Pazar, Mayıs 25, 2014

Umut

O pazar, evimde oturmuş uzun süredir biriken İnterzone dergilerini okuyordum. Aniden kapının çalmasıyla irkildim. Bir elimde dergi, diğerinde kahve bardağim kapıyı üçüncü elimle açtığımda karşımda iki tane kafası kazınmış, kalas gibi adam vardı.

'Hakan Kosggglllu' dedi birisi, 'Hakan Köseoğlu' diye düzeltmemle 'Gel lan pezevenk' diye yakamdan tutup beni merdivenlerden aşağı sürükleyip bir vanın içine atıp bastılar, kapıyı kapatır kapatmaz da girişmeye başladılar.



İki saat sonra kendimi Manş tünelinin girişinde bir binada küçük bir odada buldum.

'Tamam arkadaş, sen pis bir yabancısın ve şimdi ülkeden dışarı atılıyorsun' dedi karşımdaki siyah üniformalı.
'Ancak ben bir Birleşik Krallık vatandaşıyım, olamaz böyle bir şey' dedim. Cevabım 'Birleşik Krallık Bağımsızlık ve Milliyetçi Partisi hükümeti senin gibilerin vatandaşlığını kabul etmiyor, topunuz dışarı atılıyorsunuz, zencilerle asyalılar gemilere doldurulup Afrika, Pakistan ve Hindistana gönderiliyor, senin gibi Avrupa tarafından gelenler için ayrıca gemi tutmaya gerek yok, yürüyerek gidersin gideceğin yere!' oldu.

Odadan dısarı sürüklenip tekmelerden kaçmaya çalışırken kendimi tünel girişinde binlerce başka kişiyle buldum. Üstümde sadece bir sabahlık, ayağımda terlikler, bana verilen emir 'Haydi yürü, siktir git!' idi.

Elli kilometre ve onbeş saat yürüyüşten sonra kendimi Fransta toprağında buldum. Fransız polisi ifademi alıp bana Paris'teki konsolosluklara gidebileceğime dair bir kağıt verip serbest bıraktı. 'Yani istediğim yere gidebilirim?' diye sorduğumda 'Avrupa topluluğu hareket bağımsızlığı veriyor ancak burada ne çalışabilirsin ne de bir devlet yardımı alabilirsin. Tarihine bakılırsa İngiltere veya Türkiye konsolosluğu tek alternatifin' dendi.

Aradan haftalar geçtikten sonra, artık yalınayak ve hayli kilo vermiş bir halde kendimi İngiltere Konsolosluğu önünde buldum. Oradan tek alabildiğim sıkı bir dayaktı ancak Fransız polisinin yol boyunca bana her gün bulup attığı dayaklardan artık acıya alışmıştım. Türkiye Konsolosluğunu bulup kuyruğa girdim ve sonunda kendimi kısa saçlı, pala bıyıklı, kravatsız bir bürokratın karşısında buldum ve derdimi anlattım. Yıllardır Avrupada yaşadığımdan Türk pasaportumun süresi biteli bilmem kaç sene olmuştu ve nüfüs cüzdanım da geride, evimde kalmıştı. Ankara'ya yolculuk için hem para desteği hem de kağıtlara ihtiyacım vardı. Biraz klavyeyi takırdattınktan sonra bana baktı.

'Hakan Bey, uzun zamandır dikkatimizi çekmemişsiniz. Yasalar değişti. Uzun süredir pasaportunuz olmadığı için ve Türkiye'de kayıtlı olmadığınız için vatandaşlığınız tehlikeye girmiş' dedi.

'Eee, ne yapmam lazım bu durumda, hangi dilekçele....' derken sözüm kesildi.

'Kayıtlarımıza göre baba tarafınız sülalece artık Türk kabul edilmediğinden vatandaşlıktan atılmış. Ayrıca sağda solda internette sosyalist olduğunuzu yazmışsınız. Haliyle sizi Türkiye Devleti ve Milli Hareket Kalkınma Partisi Hükümeti istenmeyen kişi listesine almış. Bu andan itibaren Türk vatantaşlığınız iptaldir. Nereye gitmek istereniz oraya gidin ancak Türkiye'ye adım atamazsınız. Ayrıca bütün malvarlığınız şu andan itibaren Türk devletine aittir. GÜVENLİK, Hikmet! Atın dışarı bu herifi ve bir daha içeri almayın!'

Kapıdan dışarı tekme tokat atıldıktan sonra başka ne yapabılirim diye düşünürken alienin İrlanda bağlantıları geldi. Ne kaybedebilirdim ki? Kuzey İrlanda ile birleşip tek bir devlet olmalarının üzerinden daha birkaç yıl geçmemişti daha, Belfast'a gidebilmek için şansımı deneyebilirdim.

Uzun bir bekleme sonrasında kendimi karşısında bulduğum O'Connor adlı bürokratın derdimi anlattıktan sonra bana ilk sorusu 'Hmmm, hangi dine inanıyorsunuz' idi. 'Ne farkeder ki?' diye sormamla söylevi yedim. 'Mr. Hakan, Birleşik İrlanda Cumhuriyeti Hristiyan bir ülkedir. Katolik ve Protestanların arasındaki barışı sağlayabilmemizin tek olumlu sonucu, bütün başka dinlere inananları sınır dışı etmemizle ancak mümkün oldu ve bunu koruma konusunda çok ciddiyiz.'

'Ancak ben bir dine inanmıyor...' Derken O'Connor ayağa kalkıp gözüme bir yumruk geçirdi olanca siddetiyle. Sandalyeden düşüp şaşkınlıkla bakarken  'Siktiğimin Ateistleri, GÜVENLİİK!!! Paddy, bu herifi dışarı at, bir daha da içeri almayın' diye bağırdı ve artık alıştığım bir prosedürden geçtikten sonra kendimi tekrar sokakta buldum.

Aradan haftalar geçtikten ve bir sürü dayaktan sonra kendimi Marseille civarlarında bir balıkçı kasabası yakınlarında bir sahilde Akdeniz'e bakar buldum. Bir balıkçının kayığına atlamak üzereyim. Hedefim Afrika. Belki kara kıta beni bağrına basar, Avrupa Topluluğunun Akdenizde güneyden gelip kuzeye giden kaçakların gemilerini batırmak için kullandığı robot denizaltıları herhalde ters yöne giden birisine çok dikkat etmez diye umuyorum. Bundan sonra benden bir haber alamazsanız, muhtemelen balıklara yem olmuşumdur. Tekrar görüşmek üzere.

2 yorum:

Glog dedi ki...

Kimlik, aidiyet ve mültecilik, yükselen faşizm --- Tersine göç... Süper!

Bana çok heyecan verdi öykü. Aklıma bazı şeyleri getirdi:

Bir başka tersine göç: Türkiye naturel bir göçmen ülkesi - Herkes "muhacir": Örneğin, 19. yy sonu - 20.yy başında Anadolu'da nüfus az olduğu için Türkiye'de çalışmak üzere Almanya'dan ülkeye göçmenler geliyor. Bu göçmenler Batı sahillerine yerleşiyor. Sonra uyum sorunlarından geri dönüyorlar: "XIX. yüzyılda Anadolu’da savaşlar sebebiyle yıllarca süren askerlik hizmeti, çocuk ölümleri, veba başta olmak üzere salgın hastalıklar ve kıtlık gibi sebeplerden Osmanlı Devleti’nin nüfusunun hissedilir derecede azalması sonrasında Türk
ülkesinin göçmen iş güçüne ihtiyaç duyması ve Almanya’nın da iş güçü gönderebilecek konumunda olması Osmanlı Devleti’ne Alman göçünü başlatmıştır" (http://www.historystudies.net/Makaleler/1570705486_18-Selim_...pdf)

Bugünse Türkiye -uyuşturucuda olduğu gibi- göçmenlerin, kaçakların da transit ülkesi. Dünyanın pek çok yöresinden, (Burma'dan Afrika'ya) kaçaklar Türkiye üzerinden Avrupa'ya gitmeye gayret ediyor.

Kaçakların botlarının batması kadar, sınır geçerken güvenlik güçlerince de öldürülmeleri söz konusu. 2010'dan itibaren Yunanistan sınırında AB Güvenlik güçleri bekliyor; hatırlatayım. (http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=5097&pid=19)

Öyküdeki kaçak katili robotların varlığı, bir uyarının da ötesinde olası geliyor bana:

Göçmenlerle ilgili AB'nin aldığı yeni bir karar, Türkiye'nin göçmen/sığınmacı/mülteci alımı meselesinin büyüyeceğini de gösteriyor (şu an zaten 1 milyon Suriyeli göçmen/mülteci/sığınmacı olduğu söyleniyor):

AB ile Türkiye'nin 2013'te imzaladığı Geri Kabul Anlaşması (GKA) ile AB ülkelerine Türkiye üzerinden yasa dışı yollarla giden 3. ülke vatandaşları Türkiye'ye iade edilecek. (http://www.multeci.net/index.php?option=com_content&view=article&id=307%3Ageri-kabul-anlamas-ab-vetuerkiye-4&catid=1%3Asenar&lang=tr)

Afrika'ya, urheimat'a dönüşü görüyoruz öyküde. Tüm yolculuklar eve dönüş öyküsü ise gerçekten, Yunan adalarına, İthaka'ya kaçış maceralarını da bekliyorum. Ellerine sağlık !!

Hakan dedi ki...

Yazdigimdan uzun yorum yazmissin Yigit, eline saglik :) Bi de bize hikaye yaz!